Yunus Argan | 6.05.2019
Mimarlar Odası Konya Şubesi, mimarlık mesleğinin toplum içerisindeki konumunu belirlemek ve korumak, mimarların mesleki faaliyetlerini kamu yararı gözetecek şekilde, uluslararası standartlara uygun bir şekilde yerine getirebilmeleri için yasal prosedürleri araştırmak amacıyla çalışmalar yürütüyor. 1986 yılında önce temsilcilik olarak açılan Mimarlar Odası Konya Şubesi, 1988 yılında da şube olarak faaliyete geçiyor. Şube bünyesi içinde aralarında Karaman, Aksaray, Afyon, Niğde, Ereğli ve Akşehir’in de olduğu 6 temsilcilik yer alıyor. Konya Şubesi’ne bağlı temsilciliklere kayıtlı mimarlarla birlikte Mimarlar Odası Konya Şubesi’nin toplam üye sayısı bin 925. Bunlardan serbest olarak çalışanların sayısı, yani büro tescili bulunarak aktif olarak mimarlık hizmeti veren mimarların sayısı bin 76. Şubenin çalışma alanları içinde meslek içi eğitim çalışmaları ve diğer mesleki sosyal ve kültürel faaliyetler yer alıyor. Aynı zamanda Mimarlar Odası Konya Şubesi bünyesinde kurulan farklı komisyonlarla serbest çalışan, kamuda çalışan ve ücretli çalışan mimar ve öğrencilere destek olmaya çalışıyor.
Mimarlar Odası Konya Şubesi’nin başında Dr. Armağan Güleç Korumaz bulunuyor. Yakın bir zamanda Selçuk Üniversitesi Mimarlık Fakültesi, Mimarlık Bölümü Restorasyon Anabilim Dalı kadrolu öğretim üyesi olan Dr. Korumaz ile Konya’nın mimarlık gündemini ve oda çalışmalarını konuştuk.
Mimarlar Odası Konya Şubesi gündeminde neler var?
Şu sıralar odamızın gündeminde yeni değişen Yapı Denetim Yasası ve Tip İmar Yönetmeliği’nde yapılan değişiklikler var. Son olarak Danıştay, Tip İmar Yönetmeliği’nin bazı maddeleri hakkında yürütmeyi durdurma kararı aldı. Bu kararlar özellikle serbest çalışan mimarlarımızın proje üretmesini ve ruhsat aşamasında olan projelerin süreçlerini etkiledi. Serbest çalışan mimarlarımızın mesleklerini yerine getirme, mesleki hakları, uygulama ve yasal süreçlerde yaşadıkları sorunlar var. Şu sıralar yerel yönetimlerle bu sorunları nasıl aşarız onlar üzerine çalışıyoruz. Bir de bu aralar yoğun olarak üzerinde çalıştığımız ve yakında çıkacak olan, Mevlana Kalkınma Ajansı (MEVKA) destekli bir kitap projemiz var. Konya’nın 1950 sonrası yapılarından oluşan bir envanter çalışması. Yayın komisyonumuz yoğun olarak ona çalışıyor. Diğer komisyonlarımız da kendi alanlarında çalışmalarına devam ediyorlar.
Önümüzdeki dönem için belirlediğiniz hedefler neler?
Görevde olduğumuz süre zarfında mesleki uygulama, mimarlık pratiği, yasal düzenlemeler, yönetmelikler ve mimarlık eğitimi alanında etkinliklerimiz ve çalışmalarımız devam edecek. Ayrıca çeşitli yarışmalar, yayınlar ve sosyal-kültürel etkinlikler üzerinde çalışmalarımızı da sürdüreceğiz. Temelde oda olarak hedefimiz mesleğimizi hak ettiği yere getirmek, üyelerimizin haklarını savunmak, mesleki haklarımız için çaba göstermek, mesleğimizi kamuya daha iyi anlatabilmek ve kentimiz için çözüm üretmek. Yine bu hedefle faaliyetlerimize devam edeceğiz.
Kente ve mimarlığa yönelik değerlendirmelerinizi alabilir miyiz? Konya’da kentleşmenin odak noktası ne?
Konya’da 1940’lı yıllarda kapsamlı ve bütüncül bir planlama anlayışı varken, 1950’lerde yürütülen ülke politikaları nedeniyle konut bölgelerinin planlamada artış gösterdiğini görüyoruz. 1960’ların sonundan itibaren sanayinin gelişmesi ve göçün artmasıyla konut ve sanayi alanlarının ağırlıklı olarak planlamada öne çıktığı bir anlayışa dönüştüğünü söyleyebiliriz. 1980’lerden itibaren de planlama süreci çelişkili bir sürece girmiştir. Bu dönem aslında Türkiye’nin çoğu kenti için de aynı. 1980’lerden sonra başlayan imar afları ve kentsel dönüşüm projeleri, kentler için önceden yapılan planlamaları sekteye uğratmıştır. 2000’li yıllardan sonra ise mekânsal gelişim tamamen kentsel dönüşüm projeleri ile biçimlenmiştir. Şu an hala kentlerimizin planlanmasında kentsel dönüşüm projeleri öncü durumda. Bu kentsel dönüşüm projeleri, kentin mimarlık anlayışıyla, kentin dokusuyla, kimliğiyle uyuşmayabiliyor. O zaman da kentlerimizde kimliği, dokuyu kaybediyoruz. Bugün Konya’da, Konya’nın Selçuklu başkenti olması nedeniyle Selçuklu-Osmanlı mimari tarza öykünme var. Bu minvalde projeler üretilmeye çalışılıyor fakat bazen bu salt taklitten öteye gidemiyor. Evet bir Selçuklu başkentinde yaşıyoruz ama Selçuklu mimarisini anladığımızı, özümsediğimizi söyleyemem.
Kentin belli bir odak noktası, oturduğu belli bir anlayış var mı?
Konya’da çoğu büyükşehirde olduğu gibi bir değil, birden çok odak noktası bulunuyor. Kentin mihenk taşları olma ve gelişimine yön verme adına kent merkezinde yer alan Konya Garı, sur duvarlarının yer aldığı Alâeddin Tepesi ve elbette eski Konya diye tabir ettiğimiz Hz. Mevlana Türbesi ve Aleaddin Tepesi ile Mevlana Türbesi arasında kalan, Bedesten’in de içinde olduğu alan, eski Konya şehir merkezini söyleyebiliriz. O zamanlar kent bu merkez etrafında gelişmiş. Fakat günümüzde kent gelişimi kuzeye doğru ilerliyor ve birden çok alt merkez bulunuyor. Bugün eski kent merkezi dediğimiz bölgedeki dokuyu kaybetmiş durumdayız. Çoğu, çok güzel binalar yıkılmış. Şu sıralar o bölge için bir kentsel dönüşüm projesi üzerinde çalışılıyor, biz de merakla bekliyoruz.
Mimarlar Odası Konya Şubesi’ne göre Türkiye’de mimarlığın en temel sorunları, mimarlığın önündeki engeller neler?
Türkiye’de mimarlığın en önemli sorunu, öncelikle benimsenmiş bir mimarlık politikasının olmayışıdır. Ülkemize özel, bize özel bir mimarlık politikası olmalı ve mimarlar olarak biz de bu politikaya sahip çıkmalıyız. Özellikle de kamu kurum ve kuruluşları bu politikanın yürütülmesine öncülük etmeli. Mimarlık sancılı bir meslek. Serbest çalışanından öğrencilerine kadar her kademede farklı sorunları barından bir faaliyet alanı. Yani sorunlar hem eğitimde hem uygulamada. Bir de şu sıralar mimarlar, mesleki faaliyetlerini yerine getirebilmek için ciddi anlamda zorluklarla mücadele ediyor. Yönetmelikler sürekli değişiyor ve bu yönetmeliklerde mimarların tasarımlarını kısıtlayan birçok şey yer alıyor. Diğer yandan ağır işleyen bir bürokrasi var. Mimarlık politikası mesleki faaliyet sürecini düzenleyeceği ve ülkemizi uluslararası bağlamda da eşit ve karşılıklı olarak mimarlık hizmeti sunmanın önünü açacağı için önemli. Bu yüzden bir an önce oluşturulması ve uygulanması gerekiyor. Bir diğer sorun da Türkiye’deki yapıların ve mekanların kalitesi. Yapılaşmış çevremizde nitelik sorunu var. Kalite de nitelik de olması gerekenin çok altında ve yapılaşmaya dair çözümler hep kısa vadeli. Yapı ömrü çok kısa. Diğer yandan denetim mekanizması sağlıklı işlemiyor. Bütün bu sorunların temelinde mimarlığı toplum olarak benimsemeyişimiz yatıyor. Bir mimarlık algımız yok. Toplumda mimarlık bilincinin artması gerekiyor. Mimarlık bir yaşam biçimi ve toplum refahına doğrudan etkisi olan, onu arttıran bir etkisi var. Her vatandaşın nitelikli bir çevrede yaşamak en doğal hakkı.
Kentin yapısal anlamda yaşadığı temel sıkıntılar neler?
Yapılı çevre niteliği ve kimlik. Bugün çoğu büyük kentimize baktığınızda yatayda ve çoğunlukla düşeyde kütlelerin yoğunluğunu görüyoruz. Büyük kentler için nüfus yoğunluğu, bu düşeyde yükselen yapılar için bir gerekçe sayılabilir ama orta ve küçük ölçekli kentlerimizde de aynı yapılaşmayı görüyoruz. Konutlar her kentte aynı tipolojinin tekrarından oluşuyor. Sadece konut ihtiyacını karşılamak üzere inşa edilmiş ve genellikle bir mimari tarzı olmayan yapılar, bugün kentlerimizin siluetlerini oluşturuyor ve yapılı çevreye egemen oluyor. Halbuki her kentin kendine özgü mimari yapısı, dokusu ve kimliği var. Ama mevcut yapılaşma korunması gereken kent kimliklerini hiçe sayıyor. Yeni üretilen yapılarda da kimlik kaygısı yok. Halbuki bu kentler bizim kültürümüzü, yaşam biçimimizi, alışkanlıklarımızı yansıtıyor. Çarpık kentleşme ve kimlik sorunu bugün neredeyse tüm kentlerimizi içine almış durumda. Bunda tabi yasal anlamda yaşanan kısıtlamalar, yönetmeliklerdeki değişiklikler, işveren ve mimar arasındaki sıkıntılar, bilinçsizlik ve ekonomik yetersizlikler gibi sorunlar yatıyor. Konya kenti de aynı sorunlarla mücadele ediyor.
Kentsel dönüşüm konusunda Konya’da yürütülen çalışma var mı? Bu kenti ve kentliyi nasıl etkiliyor?
Kentsel yerleşim alanları sosyal, kültürel, ekonomik ve çevresel bileşenlerden oluşur. Bu bileşenlerden bir veya birkaçında değişim ya da dönüşüm yaşandığında, sistemin diğer bileşenleri de etkilenir. Bu bozulma da kentlerin mekânsal ve işlevsel gelişimini olumsuz yönde etkiler. Bu etkiyi azaltmak ya da durdurmak adına yapılan müdahaleler kentsel dönüşüm konusunu ortaya çıkarıyor. Türkiye’de kentsel dönüşüm uygulamaları ilk olarak Ankara, İstanbul, İzmir gibi büyük şehirlerde çarpık kentleşmenin olduğu bölgelerin dönüştürülmesiyle başlamıştır. Ama bu tür uygulamalarda değer artışı ve değer paylaşımı noktasındaki beklentiler, uygulamaların sadece fiziksel değişim boyutunda kalmasına neden olmuş, sosyal ve çevresel boyutların göz ardı edilmesine neden olmuştur ki bu da kısa vadeli bir çözümdür. Nitelikli kentsel mekan üretelim derken mekânsal ayrışma, kentle bütünleşememe sorunları beraberinde gelmiştir. Türkiye’de 1999 Marmara Depremi sonrası kentsel dönüşüm gündeme daha yoğun bir şekilde gelmiştir. Daha sonra 2011 yılında yaşanan Van depremi sonrasında da çeşitli yasalar düzenlenmiştir. Ama bu yasalar da afet riski altındaki alanların dönüştürülmesi hakkında kanun olarak yayınlanmıştır, bu da kentsel dönüşüm yasası olarak bilinmektedir. Fakat kentsel dönüşüm sadece afet riski olan alanların dönüştürülmesini değil, kentin tüm bölgelerini kapsamalıdır.
Bugün Türkiye’nin çoğu kentinde olduğu gibi Konya’da da kentsel dönüşüm projeleri var ve devam ediyor. Az önce bahsettiğim değer artışı ve değer paylaşımı konularındaki beklentiler hem kentliyi hem de kenti sıkıntıya sokuyor. Türkiye’de kentsel dönüşüm sadece fiziksel dönüşüm yani sadece fiziksel çevrenin değişmesi olarak algılanmamalı, çevreyle olan bütünleşme ve özellikle de sosyal dokuya ilişkin sorunlar da çözülmelidir.
Mimarların yapı malzemeleriyle kurduğu iletişimi yeterli buluyor musunuz? Daha verimli bir süreç için neler yapılabilir?
Günümüzde mimari tasarımların artık daha esnek, daha çevreyle ve kullanıcıyla uyumlu olması bekleniyor. Mimari tasarım doğayla ilişki kuran, doğanın malzemesini kullanan, doğanın bileşenlerini tasarımlara aktaran yaklaşımlar doğrultusunda ilerliyor. Mimarideki bu yeni arayışlar ve eğilimler malzemeyi tasarımın vazgeçilmez bir parçası haline getiriyor ve ona önem atfediyor. Bugün ekolojik mimaride sürdürülebilir malzemelerin öne çıktığını görüyoruz. Organik mimaride malzemenin sunduğu olanaklar ve uygulanabilirlik, mekanda zenginliği pekiştiriyor. Malzemenin dinamik yapısı kinetik cephelerin tasarlanmasına imkan verebiliyor ve mimari tasarım anlayışını dinamikleştirebiliyor. Esnek malzemeler, tasarımı esnekleştirerek mimariye yeni kavramsal yaklaşımları kazandırmada rol oynayabiliyor. Akıllı malzemelerin sunduğu teknolojik olanaklarla, bu malzemelerin mimaride kullanımı yapının çevreyle olan ilişkisine yön verebiliyor.
Mimarlar yapay çevreleri tasarlarken malzemenin sunduğu zengin olanaklar, tasarımda öncü olmaktadır. Malzemenin dokusu, rengi, ışığı, kokusu sadece yüzeyleri tanımlamaz, aynı zamanda kullanıcı ile yapı arasında psikolojik bir bağ kurarak mimariyi hissetmesine yardımcı olur. Bu nedenle malzeme mimaride çok önemlidir ve tasarımları yönlendirmektedir. Mimari tasarımlardaki eğilimlere katkı sağlamaktadır.
Her geçen gün malzeme dünyasına yeni bir malzeme ekleniyor. Yeni malzemeler yeni strüktürlerin oluşturulmasına, yeni tasarımların uygulanmasına öncülük ediyor. Malzeme dünyasındaki bu hızlı değişim mimarlar tarafından da takip ediliyor.
Mimarlar ve yapı malzemesi üreticileri arasında beklenti ve uygulama konularında bir uyuşmazlık yaşanıyor. Çoğu zaman mimarın beklentileriyle firmaların uygulamaları arasında farklılar oluyor. Mimarlar malzeme seçerken üretici firmaların internet sitelerini kullanıyorlar. Firmalarsa daha çok ürün tanıtım broşürleri ya da firma yetkililerinin ziyaretleriyle tüketiciye ulaşmaya çalışıyorlar. Mimarlar malzeme seçerken malzemenin kalitesi ve firmanın sağladığı olanakları daha çok önemsiyorlar. Broşür ve ilandaki bilgiler ikinci derece önemli oluyor.
Mimarlar malzeme ile en çok fuarlarda bir araya geliyorlar. Fuarlar mimarlar için önemli ve sıkça ziyaret ediliyor. Bir de yapı kataloğu mimarların malzeme seçerken kullandığı katalogların başında geliyor. Ben şu an için mimarların malzemelerle ilişkisini güçlü buluyorum. Özellikle serbest çalışan mimarlar, sektörü iyi takip ediyorlar. Mimarların malzeme ile ilişkisinin güçlü olduğunu, mimaride kullanılan farklı malzemelerden de anlayabiliriz. Ama tabi süreci daha ileriye götürmek gerekiyor.
Son olarak, alçının yapı malzemeleri içindeki gelişim hikayesini nasıl buluyorsunuz? Bir yapı malzemesi olarak alçıya yaklaşımınız nedir? Alçıyı güçlü kılan veya zayıf kılan yönler neler sizce?
Alçı İslam mimarisinin başlıca süsleme elemanlarından biridir. Anadolu Türk Sanatı’nda en erken örneklerini Selçuklu Dönemi’nde saraylarda görmekteyiz. Bugün Konya Alaaddin Köşkü ve Beyşehir Kubadabad Sarayı’nın alçı duvar kaplamaları bugüne kadar gelmiş; Karatay ve İnce Minareli Medrese’de sergilenmektedir. Selçuklular’dan sonra beylikler ve erken Osmanlı dönemlerinde (14-15. yüzyıllar) alçı süslemelerini başta camiler olmak üzere dini mimaride yaygın bir şekilde görüyoruz. Anavatanı Anadolu’dur alçının. İlk kez Çatalhöyük’te kullanılmıştır. Alçının eski yapılarda daha çok kullanıldığını görüyoruz. Günümüzde daha çok son eleman ya da dekoratif eleman olarak kullanılıyor. Türkiye’de hak ettiği şekilde kullanıldığını düşünmüyorum. Bunun için alternatif uygulamalara olanak verecek şekilde üretilmesi ve piyasada hak ettiği yeri alması gerekiyor. Çünkü alçı kolay ve hızlı şekil verilebilen bir malzeme; bu nedenle yaratıcı tasarımlar üretilmesine olanak sağlıyor. Alçı ile istenilen yüze, doku, form elde edilebilir. Hafif, ucuz ve yapı teknolojisi açısından da hava alabilen bir yapıya sahip. Eski zamanlardan beri kullanılabilen alçının ilerleyen teknoloji ile daha iyi yerlere gelip daha çok kullanım alanı bulacağına inanıyorum.