Portrenin bilgesi… Aleksi Petridi

Yunus Argan | 7.03.2019

Dünya tarihinin son 190 yılına damga vuran fotoğrafçılık alanına tutkuyla bağlanmış olan ustalardan biri. Fotoğrafa olan merakı, profesyonel yaşamında onu kimi zaman belgesel fotoğrafçısı, kimi zaman sinema filmlerinin kamera arkası fotoğrafçısı, kimi zaman da görüntü yönetmeni yaptı. En çok, arkasında hikayeler barındıran insan yüzlerini fotoğraflamaktan keyif aldı. Işığın dilini iyi anlayan, doğru anı kollayıp deklanşöre basmaktan keyif alan, işinin ehli, en mükemmelin arayışında olan bir fotoğrafçı... Aleksi Petridi’nin hikayesi 1953’te İstanbul’un Kurtuluş semtinde başlıyor. İlk fotoğraf karesini daha 7 yaşındayken babasının yurtdışından getirdiği amatör bir fotoğraf makinesiyle yapıyor. İlkokulu Kurtuluş Rum İlkokulu’nda, liseyi ise Balat’ta 550 yıllık Fener Rum Lisesi’nde okurken, birinci sınıfta bırakıyor. Ailesinin meslek sahibi olması için gönderdiği optik dükkanında 20 yıl boyunca teknisyen olarak çalışıyor. Bu süreç içinde hafta sonları amatör fotoğrafçılık için adımlar atıyor ve 1983’te İFSAK’a üye oluyor. Profesyonel fotoğrafçılığa dair her şeyi İFSAK’ta öğreniyor ve kısa bir süre sonra fotoğrafa dair ilk karma sergisini 1985 yılında ‘Büyükada Splendit Oteli-Fotoğrafik Etüt” ile açıyor. Aynı yıl, 4.Uluslararası Fotoğraf Yarışması’nda Türkiye’yi temsil eden fotoğrafçılar arasında da kendine yer buluyor. Sonraki yıllarda hem yurtiçinde hem de yurtdışında çok sayıda fotoğraf sergisine katılım sağlıyor. Fotoğrafa olan tutkusu onu bu alanda daha fazla öğrenmeye ve daha fazla üretmeye zorluyor. Fotoğraftan sonra İFSAK’ta, Evrensel Kültür Merkezi’nde, TURSAK’ta sinema üzerine eğitim seminerlerine katılıyor. BM Çağdaş Sanat Merkezi ve Goethe Enstitüsü’nde video-art enstalasyon çalışması yapıyor. Bazı sinema filmlerinin kamera arkası fotoğraflarını çekiyor, bazı filmlerde görüntü yönetmenliği yapıyor.

İFSAK ‘Ayın Fotoğrafı’, ODTÜ ‘Çevre Sorunları ve İnsan’, Yıldız Teknik Üniversitesi 1’inci Genç Fotoğrafçılar Yarışması, 1’inci Uluslararası Kocaeli Çevre 85 Fuarı ‘Objektiften Çevre Sorunları’, Haliç’te 101 Fotoğraf gibi katıldığı birçok fotoğraf yarışmasında ödüller alıyor. İnsana ve çevreye olan duyarlılığı, onu arama kurtarma faaliyetlerinde bulunan AKUT’ta da fotoğrafçı ve video kameramanlığı görevlerinde bulunmasına vesile oluyor.

 

Türkan Şoray’dan Nuri Bilge Ceylan’a, Bedri Baykam’dan Levent Kırca’ya kadar sinema, tiyatro, müzik, resim ve diğer sanat dallarındaki çok sayıda sanatçının portrelerini çekiyor. Portre, onun fotoğrafta yakaladığı en üst düzey haline geliyor ve portredeki deneyimleri Lotus Sanat Merkezi'nde genç fotoğrafçılara aktarıyor. Aleksi Petridi ile hikayesine ve portre fotoğrafçılığına dair sohbet ettik.

 

Hikayenizi sizden dinleyelim…

 

İstanbul’da 1953’te dünyaya geldim. Eski İstanbullu’yum. Çocukluğum Tatavla, Pangaltı, Kurtuluş, Feriköy semtlerinde geçti. Babam önce mezeci, ardından kendi döneminin tanınan işkembecilerindendi. İstanbul’da köy hayatını Edirnekapı’daki çiftliğimizde yaşadım. Babam, sinemayı seven biriydi. Hafta sonları sinemacı olan arkadaşından 16 mm’lik sinema filmi getirdi, evimizin balkonundan bahçemizin beyaza boyanmış duvarına yansıtıp, komşularımızla birlikte izlerdik.

 

Sinema filmleri sanırım fotoğrafa-fotoğrafçılığa dair ilk adımları oluşturuyor…

 

Kuşkusuz çocukluğumdaki ‘Lorel Hardy’, ‘Şarlo’, Amerikan kowboy ve Kızılderili filmlerinin beni bu anlamda beslediğini söyleyebilirim. Sinema ve fotoğraf iç içeydi bizim için. Deklanşöre ilk kez 7 yaşındayken babamın ‘Lubitel’ marka fotoğraf makinesiyle bastığımı hatırlıyorum. İlk çektiğim fotoğraf babamın kafeste beslediği kuşlar oldu. Tabi bunun çok bilinçli bir çekim olduğunu söyleyemem.

 

Bilinçli çekim nasıl başladı peki?

 

Babam, benim fotoğrafa meraklı olduğumu gördükten sonra bana ‘Jupiter’ marka bir fotoğraf makinası aldı. Çektiğimiz fotoğrafları bastırırdık. Bu benim çok hoşuma giderdi. Sonra fotoğraf çekimlerim arttı. ‘Zenit’ fotoğraf makinesiyle fotoğraf çekimleri yapardım. Askerliğimi Amasya ve Aşkale’de yaptıktan sonra, annem ve babam temiz bir meslek sahibi olmamı istedikleri için beni Doğubank’ta bir optikçinin yanına çırak olarak verdiler. Ben de optik teknisyenliği mesleğini sevdim. 5 yaşındaki bir çocuktan 80 yaşındaki yaşlı bir insana kadar binlerce insanın kafasına dokundum ve kafa yapılarına göre gözlükler hazırladım. Bu meslek bana çok şey kattı. Özellikle sonraki yıllarda çok sevdiğim portre fotoğrafçılığının da temelini oluşturdu diyebilirim. Optik işinde çalıştığım süre boyunca, hafta sonlarında fotoğrafçılıkla ilgilenirdim. İFSAK’a üye olmuştum. Pentax makinemle çektiğim fotoğraflarla sergilere, yarışmalara katılırdım. O dönemde aldığım çok birincilikler var. Annemi kaybettikten sonra, fotoğrafçılığı meslek olarak yapmaya karar verdim ve 20 yıl süren optik teknisyenliği mesleğini bıraktım. Ondan sonra kendi özgürlüğüme uçtum.

 

O dönemde ilginizi çeken konular neydi fotoğrafçılık alanında?

 

Tabi ilk fotoğraf çekimi aile fotoğraflarıyla başladı. Arkasından doğa ve portre fotoğrafları geldi. Hafta sonu İstanbul’u sürekli dolaşır, Yıldız Parkı, Adalar, Karaköy, eski İstanbul’u çekerdim. Doğayı çok sevdiğim için de genelde doğa fotoğrafları çekerdim. Ağaç, yaprak, kuş, karınca, böcek gibi. Ayrıca kendi çektiğim portrelerin dışında, değişik filtrelerle denemeler de yapardım. Altyapımda resim olduğu için, kendi kendime geliştirdiğim filtreler de vardı. Ki kendi yaptığım bu filtrelerle soft ve soyut fotoğraf çekimleri yapardım. Ayrıca tanıtım işlerine de gider çektiğim fotoğraflardan para kazanırdım. Sanata olan ilgim nedeniyle tiyatro, resim, sinema dünyasıyla da yakın olmaya başlamıştım. Bu da portre fotoğrafçılığımın ilk filizini oluşturdu.

 

Peki fotoğrafçılık çocukluğunuzda hayal kurduğunuz bir meslek miydi?

 

Aslına bakarsanız çocukluğumda sporla ilgilenirdim. Basketbolu ve futbolu çok severdim. Her ikisini de çok iyi oynardım. Hayalim futbolcu ve basketbolcu olmaktı. Fotoğraf ise bir hobiydi. Ama meşalesi devamlı yanan, gittiğim sergilerle sürekli beslediğim bir alan. İFSAK’ta İsa Çelik, İzzet Keribar, İbrahim Akkürek, Mehmet Bayhan, İlyas Göçmen, Nevzat Çakır gibi isimlerden aldığım fotoğrafçılık eğitimlerinden sonra resmileşti. Her hocadan çiçeklerden bal toplar gibi bir şeyler aldım. Kompozisyon üstadı Prof. Dr. Sabit Kalfagil’den fotoğrafa dair ufak bir bilgi almak için onunla dışarıda saatlerce yürürdük. Verdiği bilgi, bizim için o günün en büyük ödülüydü. Ara Güler’in asistanı Serkis Baharoğlu’nun fotoğrafçılıkta başarılı olduğumu söylemesi ile çocuğun doğumu gerçekleşti diyebilirim. Portre çalışmaları, İFSAK’ta Cengiz Karlıova’dan aldığım derslerden sonra patladı. Çektiğim fotoğraflar ödüller aldı. Yılmaz Duru, Nuri Bilge Ceylan gibi işinin ehli isimlerle aynı havayı soludum. Aynı platformda yer aldım, okyanusa birlikte çıktık. Tabi burada hepimiz birbirimizden beslendik, birbirimizden çok şey aldık.

 

Ödül aldığınız ilk fotoğraf hangisiydi?

 

Burgazada’da bir yangın olmuştu, haberci gibi çektiğim renkli fotoğraflardan üçü ödül aldı. Doğanın serüveni, ritmi ve atmosferinin benim ruh halim üzerinde yarattığı etkiyle yaptığım bir çekimdi. Ama İFSAK’ta iz bırakan fotoğrafım Burgazada’da çektiğim ‘İnsan ve At’ isimli fotoğraftı. Bu çalışma, yurtdışında da Türkiye’yi temsil etti. Bir başka ödüllü fotoğrafım, 101 yaşına kadar yaşayan ninemin portresiydi. Ki bu da iz bırakan ilk portre çalışmamdır.

 

Fotoğrafı nasıl tanımlarsınız? Bir sanat mıdır fotoğrafçılık?

 

‘Photo’ ışık, ‘graphia’ yazmak demektir Yunanca’da. Yani fotoğraf, ışıkla yazma sanatıdır. Diyebileceğim, fotoğraf sadece deklanşöre basmak değildir. Fotoğraf, çekim sanatı değil, yapım sanatıdır. Ara Güler’e göre ‘Fotoğraf, görgü tanığıdır’. Fotoğraf çekmek, anı dondurmak, ölümsüzleştirmektir. Biz fotoğrafçılar o anı belgeliyoruz. Bütün dünyaya yayıyoruz, ki bir fotoğraf bütün dünyayı değiştirebilir. Çünkü bir fotoğraf bin kelimeye bedeldir. Fotoğraf yapmak ise, resim yapmak, şiir yazmak, heykel yapmak, senaryo yazmak gibi bir sanattır. Belge fotoğrafçılığının ustasıHenri Cartier-Bresson,“Fotoğrafın arkasında, akıl, ruh ve kalp olmalı” der. Fotoğrafa bir şeyler yüklemeniz lazım. Bir mesaj vermiyorsa hiçbirşey değildir. Nuri Bilge’nin dediği gibi, fotoğrafın bir hikayesinin olması lazım.

 

Portre çekiminde üzerinde durduğunuz ana eksen nedir? Portre fotoğrafçılığını, diğer fotoğrafçılık alanları içinde nereye oturtursunuz?

 

Öncelikle ana ekseninde insan var portrenin. İnsan doğanın en değerli varlığı. Portre, doğumundan ölümüne insanı var eden, geleceğe götürebilen bir teknik. Bu bir heykel olabilir, bir resim olabilir veya bir fotoğraf. Doğum ile başlıyor, ölüme kadar çeşitli şekillerde size eşlik ediyor. Nüfus cüzdanında, okul mezuniyet diplomasında, evlilik cüzdanında, pasaportta ve mezar taşınızda… İnsanın kişiliğini yansıtır portre. Kimliğiniz, damganız, parmak izinizdir portre.

 

Portre, fotoğrafçılığın en zor konusudur. Bir kaleciyle karşı karşıya penaltı atmak gibidir. O anı, ışığı, zamanı, duyguyu doğru kullanmanız lazım. Portre, benim için heykel sanatı gibidir. Psikoloji, estetik, anatomi, ışık, resim, yaratıcılık, tiyatro gibi birçok alanı içinde barındırır.

 

Portresini çektiğiniz insandan neyi almayı hedeflersiniz?

 

Benim için portre konusunun dini, dili, yaşı, sosyal statüsünün hiçbir kıymeti yoktur. Herkesin portresi olabilir. Bir sanatçı da olabilir, sokaktaki bir dilenci de… Hikayesi olan, duygusu olan her yüz, benim portre konumu oluşturabilir. İnsanın iç dünyasını dışarıya çıkarabildiğim bir alandır portre. Hiçbir zaman silah çeker gibi direkt fotoğraf çekmem. Portre namustur. Önce izin alırım. İletişim kurarım, sohbet ederim, benimle samimi olmasını, gerçek duygularını bana yansıtmasını beklerim. Rahatlayıp, iç dünyasını bana açıyorsa, doğru anı beklerim ve deklanşöre basarım.

 

Portre, bir karakterdir; duygu, düşünce, kültür, öykü, şiir, heykel, tarih ve belgeseldir. Hiçbir zaman rastgele çekilecek bir fotoğraf değildir. Kompozisyonuyla, verdiği duyguyla, estetik kaygısıyla, rengiyle bir ayıklama sanatıdır. Doğru zaman, doğru ışık, doğru anı beklemek lazım.

 

Fotoğraf, sizin için deklanşöre bastığınız 7 yaşınızdan beri var. Ama bunu profesyonel olarak 1983’ten beri yapıyorsunuz… Kimlerin portrelerini çektiniz bugüne kadar?

 

Yüzlerce portre çektim. İçinde ailem de var, dostlarım da var, sokakta köpekleriyle yaşayan İhsan Bey de var; Türkan Şoray, Şemsi İnkaya, Nuri Bilge Ceylan, Bedri Baykam, Levent Kırca, Çerkes Karadağ, Yavuz Özkan , İzzet Günay, Yıldız Kenter, Genco Erkal ve daha ismini sayamayacağım birçok tiyatro, sinema, müzik, resim sanatçısı da.

 

Çok beğendiğiniz ve özellikle portresini çekmek istediğiniz bir isim var mı?

 

Yaşar Kemal, benim için çok önemli bir değerdi. Onun portresini çekmek isterdim.

 

Çektiğiniz binlerce fotoğraf var. Geriye dönüp baktığınızda size neler hissettiriyor?

 

Herşeyden önce üretmek bana mutluluk veriyor. Sadece fotoğraf çekmedim. Çektiğim insan sayısı kadar kişilikler, duygular, düşünceler tanıdım. Tabi bütün bu birikimi, İFSAK, Marmara Sanat Akademisi, Lotus Sanat Merkezi gibi kurumlarda verdiğim temel fotoğrafçılık, portre, model çekimi derslerinde binlerce öğrenciye aktardım. Bu paylaşım, bana en az fotoğraf çekimi kadar keyif veriyor.

 

Türkiye’de veya dünyada etkilendiğiniz bir fotoğraf sanatçısı var mı?

 

Çektiğim siyah beyaz fotoğrafların arkasında çocukken izlediğim Charlie Chapline’ler, Lorel Hardi’ler var. Estetik, kompozisyon, yağlı resim konusunda aldığım eğitimler var. Tıpkı Picasso, Dali gibi fotoğrafçılık alanında bana ilham kaynağı olan dünyaca ünlü fotoğrafçılar var. Nadar, portre fotoğrafçılığının babasıdır ve benim feyiz aldığım bir isimdir. Mardin’de doğmuş Ermeni kökenli Yusuf Karş, çok önemli bir portre üstadır. Yakın dostum, arkadaşım Çerkes Karadağ, benim için Ara Güler’den sonra gelen en değerli fotoğraf sanatçısıdır. Fotoğrafın felsefesini yapan bir filozoftur. Yine İsa Çelik, İzzet Keribar, Sabit Kalfagil, Seyit Ali Ak gibi çok değerli fotoğrafçılarımız var. Bunlar dünya fotoğrafçılık mirasının önemli kişileridir benim nazarımda.

 

Akıllı telefonlarla birlikte artık herkesin fotoğraf çekmeye başladığı bir dönem yaşıyoruz… Ne dersiniz? Fotoğrafçılık yeni bir boyuta mı geçiyor?

 

Fotoğraf, belge niteliğiyle çok önemli ve çok dikkatli kullanılması gereken bir alan. Ancak bugün gelinen nokta itibariyle çok kötü bir pozisyondayız. Savaş fotoğrafçısı Robert Capa’nın1936’da İspanyol iç savaşında savaşan bir militan olan Federico Borrell García'nın vurulduğu anını çektiği fotoğraf, tarihe geçmiş önemli bir karedir. Bir fotoğraf çok şey değiştirebilir. Dünya savaşına neden olabileceği gibi barışı da getirebilir. Bugün uzaydan çekilen fotoğraflarla insanlık için yeni keşifler yapılıyor. Ama bir taraftan da her gün hiçbir hikaye anlatmayan milyonlarca kare çekiliyor. Hangisi değerli? İnsanlık için belge niteliği taşıyacak yeni keşifler mi, yoksa akşam ne yediğimizi sosyal medyada paylaştıklarımız mı? Geleceğe taşınacak olan kare hangisi?

 

 

Aleksi Petridi’nin Katıldığı Sergiler

 

• 1985-1987 - Büyükada Splendit Oteli “Fotoğrafik Etüt” karma fotoğraf sergileri.

• 1985 - “4.Uluslararası Fotoğraf Yarışması’nda Türkiye’yi temsil eden fotoğrafçılar arasında yer aldı.”

• 1985 - Taksim Fransız Kültür Merkezi karma fotoğraf sergisi

• 1986 - ODTÜ “Çevre Sorunları ve İnsan” konulu fotoğraf sergisi

• 1986 - Yarın dergisinin düzenlediği “İnsan manzaralı 86” başlıklı fotoğraf sergisi

• 1987 - Yıldız Teknik Üniversitesi “Türk Fotoğrafında Yeni Yaklaşımlar” başlıklı fotoğraf sergisi

• 1995 - Taksim Briç ve Satranç Merkezi’nde “İnsan ve Çevre Kirliliği, Doğa (S/B); Doğa,

Soyut (Renkli)” çalışmaları kişisel fotoğraf sergisi.

• İFSAK’ın düzenlediği çok sayıda yurtiçi ve yurtdışı fotoğraf sergileri

 

Aleksi Petridi’nin Aldığı Ödüller

 

• 1984 - İFSAK Ayın Fotoğrafı yarışmasında baskı dalında birincilik ödülü.

• 1984 - İFSAK Ayın Fotoğrafı yarışmasında saydam dalında birincilik ödülü.

• 1985 - İFSAK Ayın Fotoğrafı yarışmasında ikincilik ödülü.

• 1985 - İFSAK Ayın Fotoğrafı yarışmasında üçüncülük ödülü.

• 1985 - ODTÜ “Çevre Sorunları ve İnsan” konulu fotoğraf yarışmasında birincilik ödülü.

• 1985 - Yıldız Teknik Üniversitesi 1. Genç Fotoğrafçılar yarışmasında (S/B) dalında mansiyon ödülü.

• 1985 - 1. Uluslararası Kocaeli Çevre 85 Fuarı “Objektiften Çevre Sorunları” konulu

yarışmada (S/B) baskı dalında birincilik ödülü.

• 1986 - Haliç’te 101 Fotoğraf Yarışması (S/B) jüri özel ödülü.

• 1986 - ODTÜ “Çevre Sorunları ve İnsan” konulu fotoğraf yarışmasında başarı ödülü.

test