Tarihi hikayelerin ardında bir filatelist... Ahmet Şükrü Bahadır

Yunus Argan | 7.03.2019

Türkiye’de pul koleksiyoneri denince akla gelecek birkaç isimden biri Ahmet Şükrü Bahadır. Türkiye'de pul, para ve obje koleksiyonculuğuna gönül vermiş ve bu alana kendini vakfetmiş 5-10 kişiden biri Ahmet Şükrü Bahadır. 60 yılını pul, madeni para ve obje koleksiyonculuğuna adamış. Son 46 yıldır bu işin tamamen profesyonel tarafında yer almış ve koleksiyonculuktan para kazanmış. 1942 yılında İstanbul’un Süleymaniye bölgesinde dünyaya gelen Bahadır, ilkokulu aynı bölgede Mimar Sinan İlköğretim Okulu’nda, orta öğrenimini de İstanbul Erkek Lisesi’nde bitirmiş. Bahadır’ın filateli (pulculuk) ile olan tanışması ortaokul yıllarında olmuş. Ortaokul üçüncü sınıftayken İstanbul Erkek Lisesi yakınında olan Merkez Postane’ye gidip pul alırmış. 1960’tan sonra bu işi iyi bilenlerden, ticaret yapanlardan daha üst düzeyde öğrenmeye başlamış. 1962 yılında ise Yüksek Denizcilik Okulu’na girmiş ve 1966 yılında Güverte Bölümü’nden mezun olduktan sonra Deniz Yolları İşletmesi’nde güverte zabiti dördüncü kaptanı olarak göreve başlamış. Bahadır, mezun olduğu 1966 yılına kadar staj için çıktığı bütün Avrupa limanlarında filateli ile ilgili araştırmalar yapmış ve gittiği ülkelerdeki pazarları inceleyerek, bu işin çapını görme fırsatı yakalamış. Yolcu gemisi kaptanı olduğu yıllar içinde de Yunanistan, İtalya, İspanya, Fransa, Mısır, Lübnan gibi Akdeniz ülkelerindeki limanları gezmiş. Buradaki pul dükkanlarında incelemeler yapmış. Bahadır, o dönemlerde yaptığı araştırmalara yönelik olarak “Her limanda bir şey bulmak mümkün değildi tabi. Büyük kentlerde bir şeyler bulunur. Avrupa'daki limanlarda 30 tane dükkan bulursunuz. İlk kaptanlık yıllarımda süpermarketler haricinde, dükkanlar ve bazı küçük çaplı kırtasiyeleri gezerdim. Orada gittiğim konuştuğum, hatta tanıştığım insanlarla sonraki yıllarda da iletişimi devam ettirdik” diye anlatıyor.

 

Filateli pazarına doğru adım adım

 

Akdeniz limanlarında pulculuğa yönelik gezdiği büyük dükkanlar, büyük açık artırma salonları, kendisine filatelinin dünyada ne denli etkin ve büyük bir pazar olduğunu göstermiş. Doğrudan Batılı ve Amerikalı tüccarlarla çalışmaya başladıktan sonra da filatelinin uluslararası boyutunu yakından görmüş. Ardından 1963 yılında İstanbul'da gerçekleştirilen ve Türkiye'de yapılan ilk Uluslararası Pul Sergisi’nde görev almış. Türkiye'nin en ünlü koleksiyonculardan Tevfik Kuyaş’ın ‘Uluslararası En büyük Ödülü’ alarak Türkiye’nin filateli literatürü tarihine geçmesine tanıklık etmiş.

 

Bütün bu incelemeler sonucunda bu işi daha aktif bir şekilde yapmaya kanaat getirmiş Bahadır ve 1970 yılında 10 yıllık mecburi hizmetinin ardından kaptanlık görevini bırakarak, İstiklal Caddesi’nde tünele yakın bir bölgede dükkan açmış. Pul, nümismatik, obje ve biraz da efemera koleksiyonları üzerinde çalışmış.

 

Tesadüflerle başlayan koleksiyonculuk…

 

Ahmet Şükrü Bahadır’ın pul koleksiyonu ile buluşması tesadüf eseri gelişmiş: “Eskiden Yüksek Kaldırım’da 27 tane pulcu dükkanı vardı. İlk bilgileri Yüksek Kaldırım’da ilkokul öğretmenliği yapan bir pulcudan aldım. Çünkü bir profesyonelden yardım almadan bunu ilerletemezsiniz. Sonra onun yardımıyla İstanbul Filateli Derneği'ne çok genç yaşta gitmiştim. Henüz 15 yaşındaydım. Daha sonra Tünel Meydanı'nda daha genç ve daha uluslararası çalışan bir pulcuya gidip gelmeye başlayınca ondan Avrupa pazarını öğrendim. Burada önemli olan, ister amatör olun ister profesyonel, pazarı iyi tanıyacaksınız. Ailede veya çevresinde çok iyi bilen olmadan hiç kimse pat diye koleksiyoncu olmuyor. Ama bazen gördüğüyle, duyduğuyla başlayabiliyor. Benimki de biraz öyle oldu.”

 

Heyecan verici

 

Bahadır, koleksiyonculuğun kendisinde büyük bir heyecan uyandırdığını anlatıyor: “1953 yılında İsviçre’de İstanbul'un fethi nedeniyle ‘İstanbul’un Fethi’nin 500’üncü yılı serisi’ basılmıştı. Gerçekten çok yüksek kaliteli bir baskıydı. Resimler çok mükemmel, insanın ilgisini uyandırıyor. Nerede olursa olsun tabi ki pulu pul defterinde saklamak lazım. Onu oraya koyduğunuz vakit, beş günde bir açıp ona bakıyorsunuz. Fatih'in İstanbul'a girişini tasvir eden bir tablo. Belki 1900’lü yıllarda yapılmış. Bellini’nin yaptığı tablo oraya mükemmel bir şekilde basılmıştı. Sizin hoşunuza giden şeyleri orada görmeye başlıyorsunuz. Yine 1956 yılının aralık ayında postanedeyim. Avusturya’da ‘Truva’ diye bir seri basılmıştı ki, Truva için basılan tek materyaldir. Sıraya girmişler, ben de girdim aldım. Bu kadar mükemmel bir baskı, insanı gerçekten heyecanlandırıyor. Truva atı mükemmel. Truva’da çıkan vazo harabelerin görüntüsü, kendi kendine bir kitap oluşturuyor. Her biri hikaye veriyor, tarihsel bilgi veriyor. O zaman onu takip ediyorsunuz. ”

 

Tarihsel hikayeler

 

“Filateliyi sadece basit pul toplamak meselesi olarak görmemek lazım” diyen Ahmet Şükrü Bahadır, pul koleksiyonunun tarihsel hikayeler barındırdığını söylüyor ve “Önemli olan, yapılacak koleksiyonun hem tarihsel gelişimini izlemek hem o konu ile ilgili ayrıntıları bulabilmek. Örneğin olimpiyat pulları kolleksiyonu yapıyorsanız, ilk olimpiyat 1896 Atina’dır ve Yunanistan'ın çıkardığı bir seri, değerlidir. Bunun o günlere ait damgalı zarflarını bulabilmek, ciddi bir konu ve değer olarak da oldukça yüksektir” diyor.

 

Yaklaşık 250 milyon kişinin pul koleksiyonu yaptığı dünya filateli pazarında, ABD’nin tek başına bir dev olduğunu belirten Bahadır, ilk posta pulunun kullanıldığı ve filatelinin beşiği olan İngiltere’nin dışında Almanya, Fransa, Belçika, Hollanda, Lüxemburg’un da filateli konusunda ticaret, fuar, sergi, yayınlar gibi farklı kanallar üzerinden gelişen çok ciddi bir pazara sahip olduğunu anlatıyor. PTT Genel Müdürlüğü, Türkiye Filateli Federasyonu ve filateli derneklerinin öncülüğünde yapılan milli filateli sergilerinin yanı sıra uluslararası sergilere de ev sahipliği yapan Türkiye’de ise filatelinin Yunanistan, Bulgaristan, Romanya gibi Balkan ülkeleri düzeyinde olduğunu belirtiyor ve bir takım çabalarla belli bir seviye yakalamış olsa da gelişimi için daha gideceği çok yol olduğunu söylüyor.

 

Türkiye’deki ilk sergilerin 1950’li yıllarda başladığını belirten Bahadır, ilk pul sergisini 1957 yılında şu anda Yunan Konsolosluğu olan eski Amerikan Kütüphanesi’nde yapılmış filateli sergisinde gezdiğini hatırlıyor. Uluslararası sergilere Türkiye’den de katılımın çok fazla olduğunu söyleyen Bahadır, yurtdışında yaşayan Türkler’in de bulundukları ülkeden getirdikleri Türk pulları koleksiyonlarıyla katılımlar sağlayarak bu alanda bir zenginlik yarattığını ifade ediyor.

 

Sultan Abdulaziz’den ilk Cumhuriyet paralarına

 

Filateli’nin veya nümismatiğin bir dokümantasyon görevi olduğunu ifade ediyor Bahadır ve “Pulun üstündeki tuğra nedeniyle ilk basılan Türk pullarına ‘Tuğralı Pullar’ deniliyor. Eğer filateliyle ilgileniyorsanız, kendinizi Sultan Abdülaziz Dönemi’nde bulursunuz. Sonraki seri ise bir başka dönemi, Abdulhamit Dönemi’ni anlatıyor. Sonra bakıyorsunuz Abdulhamit’in cülusu, tahta çıkışı… Bu, yabancı pullar için de böyle. Afrika içinde böyle. Almanya'da başlangıç prenslikler dönemine denk geliyor, Bavyera, Hanofer, Baden... Bir başka dönemde dünya savaşını görüyoruz, Naziler’i görüyoruz. Üzerinde İsmet Paşa’nın resmi, arkasında tiftik keçilerin olduğu fakat tedavüle çıkmamış olan 50 TL’lik kağıt para da bir hikaye anlatıyor. Londra'nın Nazi bombardımanında matbaanın duvarı yıkılıyor. Yıkılan duvardan paketlenmiş Türk paraları gözüküyor. Bunun üzerine paranın tedavüle çıkması iptal ediliyor ve paralar imha ediliyor. Dünyada iki tane olan bu para 100 bin dolara satılıyor. Yine Cumhuriyet döneminin ilk paralarının üzerinde Osmanlıca ve Fransızca yazıyor. Harf devriminden önce çıkarılmış bu paralar. Cumhuriyet kurulmuş, fakat Osmanlı kağıt paraları ve madeni paraları kullanılıyor. 1924’te Atatürk’e ‘kağıt para basmamız lazım’ diyorlar. Sonrasında üç yıl para topluyorlar ve 1927 yılında Londra'da zar zor paraları bastırıyorlar. Bu da Cumhuriyetin başlangıcındaki ekonomiyle ilgili bilgi veriyor. Bugün, o emisyonun en yüksek valörü 1000 TL’dir. Ki o dönemde bahçeli bir ev satın alabiliyorsunuz bununla. Bulunması çok zor. Piyasa değeri de aşağı yukarı 200 bin dolar” diyor.

 

Bahadır, koleksiyonculuğun yüzde yüzünün içinde kronolojik araştırmalara, tarihsel araştırmalara, botanik araştırmalarına, hayvanlarla ilgili araştırmalara gidilebildiğini söylüyor: “Örneğin bir kuş koleksiyonu yaptığınızda, bir öğretmen kadar derinlemesine bilgi sahibi olabiliyorsunuz. Çünkü doğada olan bütün kuşların resmi, hem Latince, hem Fransızca, hem Almanca basılmış. Bunlarla uğraşmadan pul koleksiyonculuğu ilerlemez. Ama bunu yapanların da sayısı çok az.”

 

‘Bilimsel sonuç çıkmazsa, koleksiyon ilerlemez’

 

Dünyada en çok madeni para koleksiyonunun yapıldığını söylüyor Bahadır, “Çünkü madeni para insanlık tarihinde hep var. Milattan önceden kalma madeni paralar var. Bu paraların üzerindeki resimlerden, rölyeflerden tarihsel bulgulara ulaşıyorsunuz. Bu çok çok değerli. Müzeler bugün bir tane madeni para için 100 binlerce dolar ödüyor. Meşhur İngiliz müzayede firmasında satışa çıkarılan biri 1500 tarihli eski bir ürün 7 bin 500 sterlin, diğeri 1800 tarihli mükemmel oymaları olan bir ürün ise bin 500 sterlin başlangıç fiyatıyla satışa çıkarılıyor. Niye böyle oluyor? Çünkü o çok güzel olandan 50 tane 100 tane bulursunuz. Eski olandan ise sadece 2-3 tane görürsünüz. Bu son derece doğal. Toprak altından çıkan ve milattan önceki dönemlere ait olup değerli olmayan ne var? İsviçre Alpleri'nde bulunan fosilleşmiş insan bedeninin midesini analiz ettiler ve en son yediği yemeği buldular. Yani bir koleksiyon bilimsel bir sonuç çıkarmazsa, o ilerlemez.”

 

1970’lerin yeni koleksiyon alanları

 

Filateli ve nümismatik koleksiyonunun yanına 1970’lerden sonra birçok koleksiyon alanı ortaya çıktığını anlatıyor Bahadır: “Madeni parada boyut yok. Madeni para basit bir konu da değil. İçine altın girdiği vakit fiyat otomatik olarak yukarıya fırlıyor. Herkesin yapacağı bir iş değil. Sıradan madeni paraya ise çok fazla ilgi yok. 1973 yılında bütün dünyada kağıt para koleksiyonu akımı başladı. Bu 1980’den sonra hızlandı. Hızlanınca onun yanına yeni ürünler katıldı. Eczacılıkla ilgili dokümantasyon yapıldı mesela. 1900 yılında eczanenin resmi, fotoğrafı dahi ciddi paralar etmeye başladı. Eczacılık tarihini, ilaç sanayi tarihini vermeye başladı. Olayların tamamı böyle gelişiyor. Bugün klasikleşmiş koleksiyon malzemelerinin keskin hatlarla ayrılan sınırları var. Müzede saklanması gerekenler, normla vatandaşta olması gerekenler. Bunlar bazı koleksiyonların önünü kapatmıştır. 1900’den önce ‘Kılıç koleksiyonu yapacağım’ dediğinizde; müzede mi saklanacak, koleksiyoncuda kalsa bir sakıncası var mı? Her koleksiyonculukta bir takım özellikler var. Özelliği olsun ya da olmasın, ispat edilmiş, kanıtlanmış bir Fatih Sultan Mehmet kılıcı Topkapı Sarayı’nda Fatih Bölümü ya da Kılıç Bölümü’nde yerini alır. Ama onun üstündeki yazı veya onun yapıldığı metal toplandığında, bu koleksiyonun özünü oluşturur.”

 

‘Koleksiyonculuğun sınırı yok’

 

1980 yılında ‘Türk Pulları Kataloğu’ adıyla ilk kataloğun basımını yaptıklarını belirten Bahadır, iki yıl aynı isimde basıldıktan sonra Man Ajans’ın art direktörünün önerisiyle ‘Pulko’ olarak basmaya başladıklarını anlatıyor. Koleksiyonculuğa ilişkin kitap basımı konusunda Amerika’nın ayrı bir dünya olduğuna işaret ediyor ve koleksiyonculuğun sınırı olmadığının altını çiziyor: “Amerika'da bir dev firma var. Gazete yayınlıyor, 700 tür hobi kitabı yayınlıyor. Amerika farklı bir dünyadır. ‘Bebek kazakları’ diye bir konu hemen kitap olarak basılabilir. Toplumun ilgi alanıyla ilgili tabi. Yine Avrupa’dan getirtmiştim ‘Avrupa'daki En İyi 100 Bit Pazarı’ diye bir kitap. Bizde bu tür bir alan ne kadar yapılır yapılmaz araştıracağız. Tabi artık herşey dijitale döndü. Basılı yayın yapılır, ama eski tirajları yakalamak mümkün değil. Eski ucuzlukta devam ettirmek de zor. Çünkü az basılacak, bu belki kaliteyi yükseltecek içeriğini zenginleştirecek” diyor.

 

Damga mühründen dünyanın ilk pulu ‘One Penny’ye…

 

Pul basımının 1840’larda İngiltere’de ilk olarak ortaya çıktığını anlatıyor Bahadır ve puldan önce, damga mühürlerinin kullanıldığı bilgisini veriyor: “1840 yılına kadar pul yok, sadece damga yapmışlar. Mektubu postanede memura verdiğiniz vakit, memur size soruyor, ‘Bedelini ödeyecek misin, yoksa alan mı ödeyecek?’. Bu Osmanlı'da da aynı, İngiltere'de de aynı. Ödüyorsa, üstüne ‘ücreti alınmıştır’ mührü basılıyor. Eğer karşı taraf verecekse ‘ücreti alınacaktır’ diye mühür basılıyor. 1840 yılında birkaç öğrencinin haberleşmek için yaptıkları şifleme ile ücretsiz mektuplar göndermesinin ardından İngiliz postanesi bunun farkına varıyor ve bunun önüne geçmek için ‘one penny’ adında ilk İngiliz pulunu bastırıyor. ‘Bundan sonra mektup gönderilirken üstüne bedelini gösteren pulu yapıştıracaksınız, gönderenden de parasını alacaksınız’ deniliyor. Biz de ise ilk pul 1863’te beşinci posta nazırı Agah Bey girişimi ile basılıyor.”

 

Pul basımının yüksek baskı teknolojisi gerektirdiğini belirten Bahadır, “İsviçre’deki matbaa sadece pul basıyordu. Yine Avusturya’daki meşhur ‘Avusturya Devlet Matbaası’ bütün ülkesindeki pulların yanı sıra, bazı Avrupa’daki ülkelerin pullarını da basıyordu. O dönemde Türkiye de pullarını bu ülkelerde bastırıyordu. Tabi bugün PTT’nin kendi matbaası var. Ama makine çeşitliliği bakımından bu tür işleri yapabilecek bir teknolojiye sahip değil. İngiltere'de olağanüstü yüksek teknolojik makinelerle baskılar yapılır. Siz süper bir şey yapmak istiyorsanız, buralarda sıraya girersiniz. Onların bastığı teknikle Türkiye'de basmak isterseniz, çok büyük yatırım yapıp o matbaayı kurmanız gerekiyor. O matbaayı kurduğunuz vakit de, o matbaaya iş bulmanız gerekir. Tabi burada tek etken bu değil. Avrupa'da pulu basacak yere hiçbir siyasi karışamaz ve kuruluşların çoğu da özel sektör oldu. İstedikleri pulu basıyorlar” diyor.

 

Posta muhaberatı devam ediyor

 

Bahadır, bugün geldiğimiz nokta itibariyle iletişim araçları çok gelişmiş olsa da postacılık hizmetlerinin, dolayısıyla pul ihtiyacının devam ettiğine vurgu yapıyor: “İletişim dediğiniz vakit şunu ayıracaksınız İstanbul'da yaşayanla Anadolu’nun çok küçük birimlerinde yaşayanların teknolojik imkanları aynı değil. Bu, Mısır için de geçerli, ABD için de geçerli, İngiltere için de geçerli. Henüz bütün dünya bilişim haberleşme teknolojileri kullanacak durumda değil. Yüzdesi azaldı ama pul İhtiyacı devam ediyor. İkincisi tebligatlar var. Üçüncüsü paketler var, belgeler var. Bu nedenle pul normal seyrinde devam ediyor. Bugün İstanbul’dan Şili’ye bir paket göndermek istediğiniz vakit, üzerine pul yapışır veya etiket yapışır. Pul basılırken koleksiyonculuk düşüncesi ile basılmıyor. Çıkarılan bütün pullar, hangi ülke postanesi olursa olsun, önce mektuba yapıştırılır, sonra koleksiyon yapılır. Koleksiyon yapacak veya bunları alıp bekletecek bir merci yok. Kısacası diyeceğim, posta muhaberatı hala devam ediyor.”

 

Devlet posta kurumlarının dışında 1850’lerde özel sektörün veya yardım kuruluşlarının da bastığı yarı resmi posta pullarının bugün çok büyük para ettiğini anlatıyor: “Almanya'da denizcilikle İlgili pek çok yarı resmi pullar basılmış. Basbayağı da değerli. Zeplinle uçuşlar sırasında zeplinle çok şey taşımışlar. Bunlar da kendine özgü bir tarih oluşturuyor tabi.”

 

 

Obje koleksiyonculuğu

 

Obje koleksiyonculuğunun pul ve para kadar yaygın olmadığını, muhafazalarının da çok kolay olmadığını anlatıyor Bahadır, “Padişah nişanları, son 6 padişahın madalyonları, Cumhuriyet döneminin madalyonları. Onların korunması da çok zordur, kasalarda saklanır. Ki kasa mecburiyeti var. 1840’tan önceki döneme ait eserler, Tabiat Varlıklarının Korunması Yasasıyla kanun altına alınmış. 1840 Abdülmecit dönemi itibariyle alınması satılması ve koleksiyonun yapılması serbesttir. Ancak mahkeme ‘bir emtia tarih sınırlaması olmaksızın müzede korunması gereklidir’ kararını çıkarmışsa, kişiye bedeli ödenerek ürün satın alınır ve müzede sergilenir. Özel müzelerin kurulması ise izne tabidir. İzni çok zor veriliyor. Çerçevesinin mutlaka belli olması lazım. Topkapı Sarayı müzesi gibi düşünemezsiniz onları. 1840'tan önce dediğiniz vakit yasak değil, sadece izne tabi. Milat'tan öncenin de koleksiyonunu izinle yapabilirsiniz. Üçüncü şahsa alım satımında, kişinin tescilini yapması, müze kayıtları ve devir kayıtlarının eşitlenmesi halinde devir mümkün olabiliyor. Gayrimeşru satımı engellemek için kasa mecburiyeti var. Koleksiyonların envanteri, bağlı olunan müzede var. Kasada eksik çıkması halinde, bedeli tespit edilip ‘şahıs evinde iyi korumuyor’ gibi bir mahkeme kararıyla bütün koleksiyonun müzeye devri istenebiliyor. Yasa bunlara alıp satmak için de dükkanı açmaya kadar izin vermiş. Ama çok zor. Çünkü satacağınız objeyi kayıtlı kişiye satacaksınız hiç kimsenin gireceği bir şey değil. Dünyada da benzer bir durum var. İngiltere'de büyük müzayede firmalarında Anadolu kökenli yasak bir şey çıkarsa, direkt el konulup Türk Kültür Bakanlığı’na iade ediliyor.”

 

‘Koleksiyonculuk keyif meselesi’

 

Koleksiyonculuğun çok geniş bir açısı olduğunu söylüyor ve her alanda uzmanlaşmanın da mümkün olmadığını anlatıyor: “Ben Alman pullarını çok iyi bilirim, bir başkası Osmanlı'nın bir kısmını çok iyi bilir. Çok geniş bir açı. Keyif meselesi. Yani durup dururken Brezilya’nın birinci emisyonunu niye inceleyeyim? Ama onun dışında koleksiyonculuk, dokümanter olarak birbirine çok yakın. Sınırlar ötesi bir alan. Bugün yurtdışında Buenos Aires’e gidip, pullarla ilgilendiğinizi söylerseniz, ayrı bir ilgi görürsünüz. Mesela 1576 veya 1686 tarihlerinde dünyada bir veba salgını çıkmış. Bu tarihlerde Kıbrıs'tan Venedik’e bir mektup gönderilmiş. Mektup gemiyle Marsilya’ya gittikten sonra Marsilya’da salgın nedeniyle karantina başlıyor ve mektup Marsilya'da kalıyor. Venedik’e gönderilmiyor. Bu mektup bir şekilde 400-500 yıl sonra Arjantin'de bulunmuş. Satışa konmuş ve 850 dolara satılmış. Üstünde ‘veba salgını nedeniyle’ gibi bir ibare var. Şimdi bu, herkesin filatelik kariyeri içine girmez. Tıpla ilgili koleksiyon yapan biri için ise inanılmaz bir şey. Yine 1980’li yıllarda Belgrad’dan havalanan bir Yugoslav uçağı Belgrad semalarında kulenin hatası nedeniyle British Airways uçağıyla çarpışıyor ve bütün yolcular ölüyor. British Airways’in taşıdığı mektuplar ormanlık alana dökülmüş. Hepsi oradan toplanmış ve İngiliz çuvallarına konularak İngiliz postasına geri gönderilmiş. İngiliz postası hepsinin üzerine ‘uçak kazasından çıkan mektuplardır’ diye bir kaşe vurmuş. Bu da havacılığa dair koleksiyon yapanlar için çok değerli. Türkiye’de 5-10 kişi bunları çok iyi bilir.”

 

Filatelik ve nümismatik yayınların akıbeti

 

Bahadır, bugün dijital platformun geldiği noktanın yayıncılık ve katalogculuk gibi basın yayının tirajının düşmesine sebep olsa da basılı yayının hiçbir zaman kalkmayacağı öngörülerini de paylaşıyor: “Çünkü bir kitapla ekran aynı şey değildir, ekrandan roman okunmaz. Yapsanız deneseniz çok az okuyan olur. Bugün dünya genelinde filatelik ve nümismatik yayınlar çeşitlilik olarak tamamen devam ediyor. Sadece tirajları düştü, fiyatlar yükseldi. Dijitalin kağıdın yerine tamamen geçmesi mümkün değil; çünkü dijital ekrandaki yazı, kağıdın üzerindeki yazıyla aynı şey değildir. İkisi birbirinden çok ayrıdır. Ben basılı olarak saklamak isterim. Dijitalin ne kadar saklanacağı, ne kadar korunacağı belli değil.”

 

Doğru anlatılması halinde yastık altında saklanan bir parçanın değeri hakkında az çok karar verilmesinin sağlanabileceğine vurgu yapıyor Bahadır: “Uluslararası kataloglarda ‘bir lükens koltuğu ne kadar eder?’ gibi dönem dönem piyasa değerleri ile bulabildiğimiz objeleri de görüyoruz. Paris'te olduğum bir yıl İngiltere’de Fransız Kraliyet ailelerine ait 2 tane koltuk satıldı. Fransız Kültür Bakanlığı, sadece bir tanesini satın alabildi. Diğeri devletin ayırdığı bütçeyi de aştı. Bu işte sınır yok tabi. Avrupalılar çok erken başlamış, çok mal saklayabilmişler. Bizde ise çok geri kalındığı için, bir kısmı kendi kendine yok olup gitmiş maalesef.”

 

Ahmet Şükrü Bahadır, Beyoğlu’ndaki dükkanı 46 yıl işlettikten sonra Mayıs 2016’da işletme bölümünü bitirmiş oğlu Can Bahadır’a devretmiş. Ancak konunun akademik tarafıyla ilgili olarak çalışmalara 74 yaşına rağmen hala evinden devam ediyor. 1980’den 2009’a kadar 29 kez basımını gerçekleştirdiği, Londra ve Japonya’da da dağıtımı yapılan 1863’ten bugüne gelen ‘Türk Pulları Kataloğu’nu ve 2003-2004 yılında baskısını yaptığı ‘Cumhuriyet Dönemi Kağıt Paraları Kataloğu’nu daha da geliştirerek uluslararası bir boyuta taşımak ise onun hayali.

test